İç içe Geçmenin Hayatımızdaki Görüntüleri ve Panzehiri
3Ocak 15, 2017 tarafından miraysasioglu
İç içe Geçme: Aynılığın Hazzı ve Hapsi başlıklı yazıda içiçe geçme temas biçiminin tanımını, sağlıklı ve sağlıksız hallerini, cocukluktaki kokenlerini konu almıştık. Şimdi de bu temas biçiminin gündelik hayatta nasıl karşımıza çıktığına ve nasıl aşılabileceğine değineceğiz.
İç içe geçme temas biçimi ihtiyaç döngüsünün geri çekilme basamağında ortaya çıkar. Burada sınırın işlevselliğinin tamamen bozulması söz konusudur. Sezgin’in (2002, sf. 39) ifadesiyle kişi önceki durumu bırakma konusunda gönülsüz olup, temastan sonra geri çekilmek yerine o duruma yapışır kalır. Bu doyulsa da annenin göğsünü ağızda tutmaya devam etmeye benzer (Sezgin, 2002, sf. 39). İç içe geçmiş bir ilişkide, birey bir kez yapıştığında ayrılmakta ve deneyimi oluruna bırakmada çok zorlanır. Bu yukarıda da belirtildiği gibi, geri çekilme basamağında ortaya çıkan türlü zorluklar ile sonuçlanır. Kişi bir geştaltı tamamlayamadığı için, geri çekilemez ve böylece yeni geştaltların oluşması mümkün olmaz. İç içe geçme ihtiyaç döngüsünün diğer basamaklarında da karşımıza çıkabilir ve bir fikir, his veya durumdan çıkma konusundaki isteksizlikle kendini gösterir (Sills, Fish, Lapworth, 1998, sf. 68-69). Sonuç olarak diyebiliriz ki ne zamanki takıntılar artıyor, o zaman bir iç içe geçme söz konusu oluyor ve kişi bir şeyi bitirememe, bir duyguyla, bir kişiyle vedalaşamama halinde oluyor. Burada karnı doymuş fakat yemeğe devam eden bir kişiyi gözümüzde canlandırabiliriz.
İç içe geçme en yaygın olarak çiftler arasında görülür. İç içe geçmiş bir çift bireyselliklerini yaşayamaz. İç içe geçme ilişki içindeki yaratıcı ve yapıcı tartışmaların önünü keser. Dengeyi sürdürme ihtiyacı, yeni, beklenmedik ya da deneysel olan hiçbirşeyin odadan içeri girmesine izin vermemekle sonuçlanır. İç içe geçme arzularına rağmen, taraflar genellikle sıkılmış olarak ilişkiyi sonlandırırlar (Sills, Fish, Lapworth, 1998, sf. 69). Çocuğu ile iç içe geçmiş anneler de kendi ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelir, depresyona girerler ve eşleri ile ilişkileri bozulur. Bu da iç içe geçmenin sık rastlanan olumsuz sonuçlarına örnek verilebilir (Daş, 2010, sf. 202). İlişki örüntülerine baktığımızda ise, ya iki kişinin iç içe geçip toplumdan soyutlandığı bir model ya da iki kişiden birinin kendi istek ve ihtiyaçlarından vazgeçerek diğeriyle iç içe geçtiğini görürüz.
Polster ve Polster (akt. Daş, 2010, sf. 205) bunu aynı fikirde olma kararı almış iki kişinin 3 bacaklı koşusuna benzetir. İlişkinin başında yakınlaşmak için faydalı olabilecek iç içe geçme temas biçimi, uzun süreler kullanılırsa temasın kesilmesi ve ilişkinin zarar görmesi ile sonuçlanır. Bu kişiler her şeyi beraber yapmaları, aynı şeyleri düşünüp hissetmeleri gerektiğini düşünürler. Öyle ki birbirleri olduğu sürece başkalarına ihtiyaç duymamalarını beklerler. Böylece iyi bir temas kurabilmekte şart olan yakınlaşma-uzaklaşma ritmi bozulur. İç içe geçen kişiler eşlerinin farklılaşan ihtiyaçları karşısında kendilerini terk edilmiş yalnız bırakılmış hissederler. Farklılık ve sınırların ortaya çıkması ilişki açısından bir tehdit oluşturur.
Bu tür ilişkilerde karşımıza çıkan iki temel duygu suçluluk ve öfkedir. Suçluluk ve öfke hem iç içe geçilmiş olan eş ilişkilerinde, hem de eşiyle iç içe geçmek mümkün olmadığında çocuğu ile iç içe geçen anne ile çocuğu arasında sık rastlanılan duygulardır. Bir taraf iç içe geçme ihtiyacı karşılanmayınca kendini ihanete uğramış hisseder, karşısındakini suçlar; diğer taraf da onaylanmayan isteklerinden dolayı özür dileyerek kendi ihtiyacından vazgeçer. Suçluluk duygusu nedeniyle kaba davranışlara katlanmak zorunda hisseder, hatta bunları hak ettiğine inanır. Daha zayıf olan taraf zamanla daha kırgın ve öfkeli hissetmeye başlar. Farklılıklar yok sayılmaya çalışılsa da, zamanla ya hiç düşünülmeden bir tarafın görüşü benimsenir ya da hep tekrar eden fakat bir çözüme ulaşmayan kavgalar edilir. Her türlü bireyselleşme önünde ciddi bir engel oluşturmaktadır (Daş, 2010, sf. 205-208).
İç içe geçme temas biçimini kullanan kişi ilişkideki diğer insanın bir parçasıymış ve diğer kişi de onun bir parçasıymış gibi davranır. İç içe geçme kişilerarası sınırları netleştireme becerisinin olmamasıdır. Diğer kişinin hisleri ve dilekleri, sanki onun his ve dilekleriymişçesine, kolayca iç içe geçen kişiye nüfuz eder. Ayrılma gerçekleşince kişi kaygılanır ve kendini tehdit altında hisseder (Joyce ve Sills, 2003, sf. 121). Bu kişiler iç içe geçtikleri kişiyi kırmaktan çok endişelenirler ve aslında karşı olsalar bile aynı fikirdeymiş gibi davranırlar. Hayır demekte zorlanırlar ve hep uyumlu olup çatışmadan uzak durmaya gayret ederler. Böyle yaparak kendi düşünce, duygu ve ihtiyaçlarına önem vermemiş olurlar ve “kurban” rolüne bürünürler. Diplomatik becerileri gelişmiştir, ortam gerildiğinde ortamı yumuşatan genelde bu kişilerdir. İç içe geçme ihtiyaçları karşılanmadığında ise yeniden iç içe geçebilmek için konusunda başkalarını ikna etmek için her türlü yola başvurabilirler.
Doğal olarak bu kişilerin kendine güven ve birey olma konusunda eksikleri vardır. Reddedilmek ve terk edilmekten korkarlar. Bunların olması durumunda kendilerini destekleyecek güce sahip olmadıklarına inanırlar. Neticede de yaşamlarının başkalarınca belirlenmesine razı olurlar. Yeni olan şeylerden ürker, suya sabuna dokunmadan ve kendi istek ve ihtiyaçlarını fark etme ve bunlar için adım atma zahmetine girişmeden yaşarlar. İç içe geçme temas biçimini kullanan ailelerde herkesin aynı fikirde olması beklenir ve bununla gurur duyulur. Aksi takdirde farklılaşan bireye çok öfkelenir ve kendilerini güvende hissetmezler. Bu ailelerde önce iknaya uğraşılır, sonra kavgalar ve hatta şiddet baş gösterir (akt. Daş, 2010, sf. 204-205).
Kepner (akt. Aktaş ve Daş, 2002, 1984) iç içe geçme temas biçimini kullanan kişilerin kolay iletişim kurulabilir, uyumlu bireyler gibi göründüklerini belirtir ve başkalarının ihtiyaçlarına bağımlılıklarının; farklılık ve anlaşmazlıktan kaçınmalarının altını çizer. Bu durumda kişilerin farklılaşma ve bireyselleşme süreci engellenmiş olur. Bu kişiler bir şeyi oluruna bırakmakta zorluk çekerler. İlişki ve deneyimlerden geri çekilirken bunların yasını tutmak doğal olsa da, yeni deneyimler yaşamak ve yeni bağlar kurabilmek için bu gereklidir (Sezgin, 2002, sf. 39).
Obsesif kompulsif bozukluk ve psikosomatik hastalıkların temelinde, sık kullanılan iç içe geçme temas biçimi yatar (akt. Aktaş ve Daş, 2002, 1984). Bunun yanında işkolikler, tükenmişlik sendromu yaşayan kişiler iç içe geçme temas biçimini kullanan kişilere örnek verilebilir (Sezgin, 2002, sf. 39). Depresyon ve sınır kişilik bozukluğunda da iç içe geçme temas biçimine sık rastlanır. Sınır durumlarda kişi aşırı yücelttiği ya da yerdiği bir kişi ile iç içe geçmiş olabilir (Daş, 2010, sf. 202).
Peki iç içe geçme temas biçiminin panzehiri nedir? “Farklı olabiliriz ve hala birbirimizi anlayabilir, sevebilir ve değer verebiliriz” mesajının egemen olduğu başka türlü ilişkiler nasıl mümkün olur?
İç içe Geçme Nasıl Aşılır?
Terapideki amaç kişinin kendini destekleme (tüm iç ve dış kaynaklarının farkında olarak onları kullanma) becerisi geliştirmesi ve kendi sorumluluğunu üstlenmesi olarak özetlenebilir (akt. Daş, 2010, sf. 212). Peki bunlar nasıl gerçekleşir? Bedensel ihtiyaçların takibi ve karşılanması kişinin kendini destekleyebilmesi için ilk adımdır. Zira açlık, yorgunluk, hastalık kişinin kendini desteklemesi önünde engel teşkil eder. Beden duruşu ve nefesin kullanımına da özen gösterilmelidir. Kendini desteklemede geliştirilmesi gereken ikinci duyarlılık da dilimize karşıdır. Örneğin kişi ben yerine sen dili kullanıyor, başına gelenler için başkalarını suçluyor ve sorumluluk almıyorsa, bir çaresizlik söylemi tutturuyor, kendini kurban rolüne oturtuyorsa burada kullanılan dilin yaşadıklarının sorumluluğunu alan “ben” dili ile değiştirilmesi ve çözüm için kişinin harekete geçeceği alternatifler geliştirilmesi uygun olur. Kendini destekleme sürecinde geliştirilecek üçüncü beceri ise çevresel kaynakları kullanabilmektir. Kendini destekleme gerektiğinde yardım ve destek istemeyi de içinde barındırır. Spor, müzik, meditasyon, grup çalışmalarına katılmak da bu türden kendini desteklemeye örnek verilebilir (Daş, 2010, sf. 213-214).
Bu noktada Bob Resnick’in (akt. Sills, Fish, Lapworth, 1998, sf. 69) çiftlerden hareketle bu konuya sunduğu kuramsal katkıya bir göz atalım. İç içe geçme ve yalıtım arasında geçilen basamakları aşağıdaki gibi tanımlamış, sağlıklı ilişki kurmak için hem yakınlık kurma, hem mesafe koyma hem de bu iki durum arasında gidip gelme kapasitesinin gerektiğine işaret etmiştir. Bahsi geçen basamaklar aşağıdaki gibidir:
İç içe geçme (–) yakınlık (–) temas (–) ayrılma (–) yalıtım
O halde ilişkilerimizde tüm bu konumlarda geçişken bir şekilde yer alabiliyor olmak önemlidir (Sills, Fish, Lapworth, 1998, sf. 69). Daş (2010, sf. 209) terapiye başvurmanın genellikle ilişkide yaşanan sorunlar neticesinde olduğuna işaret eder. Taraflardan biri ayrılmaya karar vermiştir. İç içe geçmeye daha fazla ihtiyacı olan eş bu kadar somut tepkiler olmadıkça ilişkinin bitebileceğine inanmaz. İç içe geçmekten vazgeçen eş ise suçlu ilan edilir. Bu noktada Daş’ın (2010, sf. 208) ifadesiyle iç içe geçmenin panzehiri temas, farklılaşma ve duyguların ifadesidir. Ancak tabi bu ifadenin öncesinde kişinin duygu, düşünce, ihtiyaç ve isteklerini fark etmesi gerekir. Bunun için oldukça spesifik şekilde terapide “şu anda ne düşünüyorsun, ne hissediyorsun, neye ihtiyacın var” diyerek danışanın kendine özgü duygu, düşünce ve ihtiyaçları açığa çıkarılmalıdır. Burada dil egzersizlerinden yararlanılır: “herkes üzülür” yerine “ben üzülürüm” diyerek “benin farkı”nın altı çizilir. Buna ek olarak benzer ve farklı özellikler, ilgi alanları, ihtiyaçlar da vurgulanarak, tarafların birbirlerini benzerlik ve farklılıklarıyla bir bütün olarak görmesi hedeflenir (Daş, 2010, sf. 209-210).
Kendini destekleme kısmında kısaca değindiğimiz gibi, iç içe geçme temas biçimini kullanan kişiyi “biz” ya da “o” zamirleri yerine “ben” zamirini kullanması için cesaretlendirmek önemlidir. “Ben” derken terapist de net olmalı ve bu süreçte danışana model olmalıdır. Burada “Seni dinlerken ben üzüldüm, peki sen ne hissettin?” gibi sorular örnek verilebilir. Bunun dışında benzerlikler ve farklılıkların araştırılması ve vurgulanması da önemlidir. Örneğin, “Bu konuda ona katılıyor, onunla aynı hisleri paylaşıyor; ancak şu konuda onunla aynı fikirde değil gibisin.” Ayrılmalar, bitişler ve kayıplarla ilgili danışanın yaşadığı korkular araştırılmalı ve eş duyum gösterilmelidir. Klinik olarak da bir seçim noktasına gelindiği her seferde, danışanla fikrimizi paylaşıp, nasıl ilerlenebileceği konusunda seçenek sunmamız, hangi seçeneğe yakın hissettiğini, başka önerisinin olup olmadığını sorgulamamız; orada o sorunla yüzleşen tek bir kişi değil iki kişi olduğunun altını çizer (Joyce ve Sills, 2003, sf. 121).
Terapist diyalog ilişkisi içinde yargılamadan danışanı anlamaya çalışmalı ve kendini destekleme gücünü kazanmasına katkıda bulunmalıdır. Bu kesinlikle akıl vermek, onun yerine karar almak ve yorum yapmaktan farklı bir şeydir. Bu yaratıcı tarafsız bir konumda kalarak danışanın kendi cevaplarını kendisinin bulmasını desteklemektir. Danışanda ortaya çıkabilecek öfke ve suçlamaya karşı hazırlıklı olunmalı, geştalt terapinin bu konudaki yaklaşımı danışana aktarılmalıdır. Ayrıca iç içe geçme temas biçimi ile çalışılıyorsa, terapide mutlaka suçluluk ve altta yatan öfke duyguları ile çalışılacaktır. Bu noktada danışanın suçlu hissetmeden öfkesini yaşayabilmesi için ona destek olmak önemlidir. Bu noktada yastık, boş ve çift sandalye çalışmalarından yararlanılabilir. İç içe geçme temas biçimini kullanan kişilerle hayır deme konusunda, katılmadıkları ifadeleri reddetme konusunda da çift sandalye çalışmaları yapılabilir (Daş, 2010, sf. 212-215).
Sonuçta hedeflenen ise Perls’in ifadesiyle olgunluktur. Perls (akt. Yontef, 1993, sf. 56-57) olgunluğu çevresel destekten kendini desteklemeye geçiş olarak tanımlıyor. Kendini desteklemek diğer insanlarla temas etmeyi içerir. Burada kastedilen sürekli temas (iç içe geçme) ve temasın yokluğu (geri çekilme) değildir. Kendini destekleme organizma ve çevre arasındaki sınırda yaşanır. İç içe geçme bu anlamda kendini destekleme anlamına gelmez, geri çekilme de aynı şekilde. Kendini destekleme, farkında olarak iç içe geçme ve geri çekilmelerin birbirini takip ettiği bir süreçtir. Kişi ancak o zaman büyür ve gelişir. Geştalt terapide hedeflenen de işte bu dengenin inşa edilmesidir.
Kaynaklar
Aktaş, C.G., Daş, C. (2002). Geştalt Temas Biçimleri Ölçeği Yeniden Düzenlenmiş Form’un Türk Örnekleminde Faktör Yapısı Geçerliği ve Güvenirliği. Temas: Geştalt Terapi Dergisi. 1 (1): sf. 81-108.
Clarkson, P., Mackewn, J. (1993). “Fritz Perls”. Sage Publications.
Daş, C. (2010). “Bütünleşmek ve Büyümek: Geştalt Terapi Yaklaşımı”. 3. Baskı. Ankara: HYB Yayıncılık.
Joyce, P., & Sills, C. (2003). “Skills in Gestalt Counselling & Psychotherapy”. London: Sage Publications.
Korb, M.P., Gorrell, J., van de Riet, V. (1989). “Gestalt Therapy: Practice and Theory”. 2nd Ed. Allyn and Bacon.
Sezgin, N. (2002). Geştalt Psikoterapisi: Temas İşlevleri ve Temasın Engellenmesi. Temas: Geştalt Terapi Dergisi, 1(1), 15-41.
Sills, C., Fish, S. & Lapworth, P. (1998). “Gestalt Counselling”. 3rd Ed. UK: Winslow.
Yontef, G. M. (19 93). “Awareness, Diologue & Process: Essays on Gestalt Therapy”. The Gestalt Journal Press.
İçerik ve anlatım güzel. Sadece neden türkçe bir metnin altına ingilizce olarak okumaya devam yazılır onu merak ettim. Düzeltilmesinin doğru olacağını düşünüyorum.
Bu wordpress.com ‘un otomatik olarak her yazinin altinda gorunen bir yonergesi. Ingilizce bir site olmasindan kaynaklaniyor.
Blog ingilizce o yazarin kontrolunde degil malesef.. tesekkurler. Sevgiler